Bir aile düşünün. Anne, baba ve çocuklar var. Anne ayrı bir birey baba ayrı bir birey ve çocuklar ayrı bir bireydir. Hepsinin düşünce yapıları, zevkleri, üzüntüleri neşeleri ayrı olabilir. Fakat ortak birleştirici noktaları aile olmalarıdır. Ayrı şeylere sevinebildikleri gibi aynı şeylere birlikte üzülebilirler. Amaçları ailenin devamını sağlamaktır. Yani ortak bir akıl vardır ve bunun üzerinden aynılıklar oluşur ve aile devamlılığı gelir.
Ülkeler de aileler gibidir. Farklı bireylerden veya ırklardan oluşabilirler. Ama ülkenin devamlılığı için birlikte yaşayabilme ülküsü kazanırlar. Toplum olma bilinci kazanırlar, millet olurlar.
Yine son zamanlarda ‘sen şusun sen busun’ modası başladı. Herkese Türk dememelisiniz üstün fikri ortaya atılmaya başlandı. Bu güzel, muhteşem fikri ortaya atanlar bilmiyor mu ki dünyanın dört bir yanı Türk. Yani birilerini zorla Türk yapmaya lüzum mu var. Burada hedeflenen şey millet olma bilincinden başka bir şey değildir.
Hep farklılıklarımızı konuşuyoruz. Benim dilim Kürtçe senin dilin Türkçe. Ben şuyum sen busun. Hep farklılık arıyoruz. Peki bizim hiç aynı yönlerimiz yok mu? Doğu’da yaşayan bir Kürt genci ile Batı’da yaşayan Türk genci aynı duygulara sahip olmuyor mu? Ya da Karadeniz’de yaşan biri ile Doğu’da yaşayan biri aynı haklara sahip değil mi?
Aziz Sancar’ın güzel bir söylemi vardır. Mardin’den çıkıp bu devlet sayesinde kazanımlarım olduğu için, devlete borçluyum der. Yani Doğu’dan biri çıkıp Türk Devleti imkanları ile Nobel alabilmiştir. Demek ki sorun imkan ve hak meselesi değildir.
Farklılıklarımızı bir kenara bırakıp, ortak yanlarımızı konuşmamız gerekmektedir. Bizi farklılıklarımız değil aynılığımız birleştirecektir. Millet olma bilinci aynı olmakla olacaktır. Farklılıklar işin sonunda ayrılık getirecektir.